Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, A Haber’de Mehmet Ali Önel’in sunduğu Deşifre programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
A Haber’de Deşifre programının canlı yayın konuğu olan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yaptığı açıklamalardan öne çıkan başlı Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, A Haber’de Mehmet Ali Önel’in sunduğu Deşifre programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
A Haber’de Deşifre programının canlı yayın konuğu olan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yaptığı açıklamalardan öne çıkan başlıklar:
“Dershane denilen yapılanma aslında bir tür gölge eğitim sistemi”
“Dershane denilen yapılanmanın aslında bir tür gölge bir eğitim sistemi oluşturduğu ve bunun da aslında hem milli kaynaklarımızı israf ettiği, hem de aslında merkezdeki okulları, müfredatı, öğretmenleri bir anlamda işlevsizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya başladığı, sanki bütün eğitim süreçleri belli sınavlar ve o sınavlara hazırlayan dershanelerden ibaretmiş gibi bir algının yaygınlaşmasına yol açtı; bu bir illüzyon aslında. Yani dershanenin olmazsa olmaz bir kurum olduğu yanılsaması, özellikle üretilmiş bir yanılsamadır. Sektör tarafından, daha doğrusu sektörün özellikle eğitim dışı amaçlar taşıyan bölümü tarafından üretilmiş bir illüzyon, bir yanılsamadır.
Müteaddit vesilelerle bu süreç boyunca açıkladık, gerek dershanelere giden öğrenci profiline baktığımız zaman, gerek o öğrencilerin sınavlardaki başarı oranlarına baktığımız zaman bunu açıkça görebiliyoruz. Bir öğrencinin herhangi bir sınavda elde ettiği başarının ne kadarı hafta sonunda gittiği dershaneden edinilmiş kazanımlar sayesinde gerçekleştiği, ne kadarının haftanın beş günü devam ettiği okulda aldığı eğitimden kaynaklandığını test etmeniz mümkün değil.
Ama yıllar boyunca dershaneler, biraz da reklam ve tanıtım imkanlarının devlet okullarına göre çok fazla olması nedeniyle bu tür başarılı öğrencileri kendilerine mal etmek konusunda -doğrusu- bir kamuoyu oluşturdular. Ama dershanelere giden öğrencilerin profiline baktığımız zaman gerçekten takviyeye olan öğrencilerden ziyade, zaten herhangi bir dershane takviyesi olmaksızın da sınavda başarılı olabilecek olan öğrencilerin özellikle seçildiğini, bunların özel sınıflarda özel bir eğitimden geçirildikten sonra dershanenin reklamı için kullanıldığını, ama buna karşılık dershanede eğitim-öğretim gören diğer çocukların sınav sonuçlarının ne olduğunu bilmiyoruz.
“Dershane, yavaş koşmakta olan öğrencileri dolgu malzemesi olarak kullanıyor”
“Onlar dolgu malzemesi, daha doğrusu dershanenin çarkının dönmesi için kullanılan dolgu malzemeleri. Nitekim dershaneye giden öğrenci profilinde de bu çok açık görülüyor. Yani dershaneye giden, geçmiş yıllara, bütün geriye doğru baktığımızda fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, Anadolu liseleri, özellikle çok başarılı olduğu görülen Anadolu liseleri öğrencilerinin daha çok dershaneye alındığını, buna karşılık gerçekten takviyeye daha fazla ihtiyacı olabileceği düşünülebilecek olan meslek liselerinden, imam hatip okullarından veya düz liselerden, şimdi düz lise kalmadı ama, düz liselerden öğrencilerin ise bu dershane profili içinde çok az bir yüzdeyi teşkil ettikleri görülüyor. Yani dershane aslında normal şartlarda zaten hızlı koşmakta olan öğrencileri biraz daha hızlandıran, zaten daha yavaş koşmakta olan öğrencileri de dolgu malzemesi olarak kullanılan bir mekanizma.
Bir de dershane dediğimiz kurum çok monolitik, tek tip, tek yapılı bir kurum değil. Yani dershane var, dershane var; dershane var 20 bin liraya öğrenci alıyor, dershane var 2 bin liraya öğrenci alıyor. Hatta dershanelerin kendi içinde ayrıcalıklı sınıflar var. Şimdi çocuğu dershaneye giden bütün veliler hatırlayacaklardır. Gittikleri dershanede mutlaka başarılı öğrencilerin toplandığı ayrı bir sınıf, derecelendirilmiş olarak diğer öğrencilerin dağıtıldığı diğer sınıflar vardır. Dolayısıyla bu dershanelerde verilen ve daha çok belli test reflekslerini geliştirmeye yönelik eğitimin, aslında bizim okullarda verdiğimiz eğitimi gölgeleyen, zedeleyen ve bir anlamda işlevsizleştiren, itibarsızlaştıran bir süreç olduğunu…
Özellikle okullardaki öğretmen, ister devlet okullarında ister özel okullarda olsun öğretmenlerimizin gayretlerini göz ardı eden, öğrencinin başarısında onların yaptığı katkıları görmezlikten gelen ve sanki başarılı öğrencilerin bütün başarılı dershanelerde edinilmiş birtakım becerilerden kaynaklanıyormuş gibi bir hava, bir atmosfer yıllar boyunca pompalandı. Ve bu atmosfer nedeniyle de veliler işin aslını bizim kadar tek tek araştırma şansı olmayan veliler de, herkes de gittiğine göre veya herkes gitmek istediğine göre ‘bunda bir hikmet vardır’ diye düşünerek bu konuda sanki olmazsa olmaz bir kurum havası oluşturuldu.
Şimdi önce ilk söylediğinize kısaca bir temas etmek istiyorum. Bu psikolojik zorlama, yani anneler-babalar, herkes haklı olarak çocuğu için en iyisini yapmak ister. Türkiye’deki eğitim harcamalarına baktığımız zaman benzer gelir düzeyindeki ülkelere göre Türkiye’de velilerin, annelerin-babaların çocukların eğitimi için gerçekten olağanüstü fedakarlıklar yaptıklarını, bütçelerinin çok büyük bir bölümünü eğitime ayırdıklarını görüyoruz. Hani klasik laftır, babalarımızdan da hepimiz duymuşuzdur; ‘işte ceketimi satar seni okuturum’. Bu hakikaten doğru bir slogandır. Yani anneler-babalar gerçekten çocukları için ceketini satar en iyisini yapmaya çalışır. Yapamadığı zaman da bunun vicdanen ağırlığını hisseder.
Özellikle çalışan anne-babalar, çocuklarıyla hani akşam eve geldiğinde, zaten anne-baba çalışıyor, yorgun argın geliyor, çocuğunun dersiyle ödeviyle fazla yakından ilgilenemiyor veya okuldaki durumuyla fazla yakından ilgilenemiyorsa, o zaman bir vicdanen de rahatsız oldukları için çocuğu kendilerince iyi bir dershaneye gönderdikleri zaman, iyi dershanenin ölçüsü de yine yaratılan hava nedeniyle en pahalı, ne kadar yüksek ücret isteyen bir dershaneye gönderirse anne-baba olarak bunun sorumluluğunu yapmış addediyorlar kendilerini, yani vicdanen biraz daha rahatlamış oluyorlar; bu anlaşılabilir psikoloji. Ama bu aynı zamanda pompalanan bir psikoloji. Şimdi ama bu süreçte bütün bu dershane tartışmaları sürecinde bu illüzyon kırıldı.
Yani artık anneler-babalar, veliler ve çocuklar ve genel kamuoyu dershanenin aslında hiç de öyle olmazsa olmaz bir kurum olmadığını görmeye başladılar. Şimdi o argüman, bizim de sürekli karşılaştığımız, Meclis’teki tartışmalar sırasında da dile getirilen ve doğru da bir tarafı olan bir argüman, nedir o? Efendim, madem sınavlar var, o zaman bu sınavlara hazırlayacak bir ekstra kuruma da ihtiyaç vardır argümanı. Şimdi eğer bu sınavları geçmişte olduğu gibi, geçmişte özellikle yapıldığı gibi dershanedeki becerilere endeksli sınavlar olarak yaparsanız evet o zaman dershaneye ihtiyaç olur. Yani şunu demek istiyorum: Geçmişte üniversite sınavlarında da, ortaöğretimden liseye geçiş sınavı, yani SBS filan benzeri sınavlarda da öyle sorular sorarsınız ki o sorular ancak dershaneye giden bir öğrencinin edindiği becerilerle çözülebilecek sorular olabilir.
“Öğrenci pekala dershaneye gitmeden de başarılı olabilir”
“Siz sınavların niteliğini değiştirir, sınavlarda okulda kazanılan, sınıfta kazanılan becerilere endekslerseniz, o beceriler üzerinden sorular üretirseniz, o zaman okula giden, dersini takip eden, müfredatı takip eden bir öğrenci pekala dershaneye gitmeden de başarılı olabilir.
Şimdi bunun bir örneğini biz kamuoyunda TEOG diye bilinen temel eğitimden ortaöğretime geçiş sürecinde gördük. Nasıl gördük? Eskiden SBS diye tek bir sınav yapılıyordu, seviye belirleme sınavı. Ortaokulu bitiren çocuklar sene sonunda bir sınava giriyorlar, bir oturumda 100 dakikada diyelim belli soruları cevaplandırıyorlar, sonra oradan aldıkları puanlarla, biraz da okuldaki başarı puanı eklenerek liselere dağıtılıyorlardı. Ama bu SBS’ye yönelik çalışmalar, daha doğrusu soru hazırlamalar hep dershaneye teknikleri üzerinden düşünüldüğü ve yapıldığı için ister istemez öyle bir algı karşılık buluyordu burada. Şimdi biz bu SBS’yi kaldırdık. Yerine sene sonunda yapılan böyle de çok belirleyici olan tek bir sınav filan koymadık.
Şunu yaptık: her birimiz ortaokuldayken, lisedeyken yazılı sınavlara giriyorduk. Bugün de öyle. Çocuklarımız her dersten 1, 2, 3 yazılı yapıyorlar her dönemde. Bu yazılılardan ortaokul son sınıflarda, yani sekizinci sınıflarda yapılan yazılılardan her dönemde birer tanesini kontrollü olarak yapmaya başladık. Nasıl kontrollü? Sorular merkezden Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanıyor ve bu sorular müfredat soruları oluyor, müfredata dayalı sorular oluyor. Çocuklar kendi sınıflarında normal yazılılara girer gibi bu sınavlara giriyorlar, yani yazılılara giriyorlar aslında, sonra cevap kağıtları toplanıyor merkezde değerlendiriliyor. Sorular da dediğim gibi müfredattan çıkıyor. Yani müfredattan dediğim, bizim okulda, sınıfta okuttuğumuz derslerden.
Öğretmenlerimiz biliyorlar ki çocuk şu tarihte bu yazılıya girecek, o tarihe kadar yetiştirmesi gereken bir müfredat var, işlemesi gereken konular var. Eskiden biz müfredatın zamanında yetiştirilmesi konusunda çok zorlanıyorduk. Bir okul üçüncü ünitedeyken öteki okul beşinci üniteye geliyor, bazı üniteler atlanabiliyor, bazıları üstünkörü geçiliyor, bazıları daha derin. Şimdi öyle değil, şimdi öğretmenlerimiz biliyorlar ki çocuklar bu ünitelerden, bütün Türkiye genelinde bu ünitelerden şu tarihte yazılı sınava girecekler. Dolayısıyla çocuklarını o sınava, o yazılıya iyi hazırlamak için o üniteleri gereği gibi o müfredatı işlemeleri gerekiyor. Bu öğretmenlerimize büyük bir özgüven kazandırdı. Niçin özgüven kazandırdı? Çünkü sınıfta anlattığı konuyu, sınıfta verdiği dersi öğrencinin ne kadar ciddiye aldığını görmeye başladılar.
Hem öğretmenlerimiz kendi yaptıkları işi daha fazla ciddiye almaya, hem de öğrencilerimiz bu sınıf eğitimini daha fazla. Eskiden, nasıl olsa bu konuyu siz dershanede görürsünüz, bununla ilgili şeyleri dershanede çözersiniz diye top biraz dershaneye atılıyordu. Şimdi öyle değil, şimdi sınıfta ne okutuluyorsa sınavda, yazılıda onlar soruluyor ve onlar sorulacağı için de öğretmenlerimiz kendi çocuklarını başarılı kılmak için müfredatları fevkalade ciddi bir şekilde uyguluyorlar.
Dolayısıyla geçen yıl daha önce 8. sınıf öğrencilerinde dershaneye gitme talebi yüzde 52 düzeyindeyken bu uygulamalar sonucunda 8. sınıflarda dershaneye gitme talebi yüzde 18’e düştü. Yani her 100 öğrencinden 52’si dershaneye gitmezsem olmaz derken, şimdi bu geçen sene yaptığımız uygulamaların bu seneki sonuçlarıyla görüyoruz, öğrenciler artık dershaneye gitme ihtiyacını duymuyorlar. Çünkü dershanenin bu sınavlar için yapacağı bir şey kalmadı. Sınavlar okulda, sınıfta müfredattan işlenen konulardan yapılıyor. Şimdi benzer bir şeyi lise düzeyinde de yapıyoruz, yapmaya başladık. İnşallah TEOG benzeri sınıf içi sınavları, yazılıları lise 1, lise 2, lise 3, lise 4’te de yapmaya başlayacağız.”
“ÖSYM sınav komisyonunda MEB öğretmenleri görev alacak”
Dolayısıyla üniversiteye girerken üniversite sınavında sorulacak soruların da lisede okunan müfredattan çıkacağını, müfredat ağırlıklı ve müfredattaki kazanımları ölçmeye yönelik sorular olduğunu öğrenciler, veliler, öğretmenler gördükleri zaman o düzeyde de dershane talebinin fevkalade düşeceğini görüyoruz.
Yani kısa vadede üniversite sınavı kalkacak gibi şeyler yok. Ama uzun vadede onun da bir biçim değişikliği için çalışmalarımız var. FATİH Projesi ve tablet bilgisayarların yaygınlaştırılmasıyla çocuklarımıza okullarda her an açık uçlu sorularla sınav yapabilir hale geleceğiz. FATİH Projesi, o bakımdan sadece bir tablet dağıtma projesi değil. Aynı zamanda bütün sınav ölçme-değerlendirme süreçlerini de yeniden biçimlendirecek bir proje. Ama şu aşamada yaptığımız şeylerden bir tanesi de lise düzeyinde, işte bu yıldan itibaren üniversite giriş sınavlarında sorulacak soruları bizim öğretmenlerimiz de hazırlayacaklar. Şimdi bugüne kadar üniversiteye giriş sınavlarında sorular üniversite akademisyenleri tarafından hazırlanıyordu. Akademisyenlerin hakkını yemek istemem, onları eleştirmek için söylemiyorum, ama üniversite hocasının hazırladığı soru daha çok o bilim dalının genel ilkelerine uygun sorulardır.
Bir de ama o genel ilkelerin sınıfta uygulanması vardır. Sınıfta bu konunun nasıl anlatıldığını, öğrencinin bu konuyu öğrenirken nerelerde zorlandığını, dolayısıyla oraları daha iyi anlaması için ne tür eğitim stratejileri uygulanması gerektiğini en iyi bizim öğretmenlerimiz bilirler. Yani arazide çalışan öğretmenlerimiz bu soruları hazırladıkları zaman öğrenci o soruyu anlamakta da, o soruyu cevaplandırmakta da çok daha başarılı olur.
Dolayısıyla şimdi ÖSYM ile yaptığımız anlaşma gereğince, biz ÖSYM ve YÖK’le bu konularda görüştüğümüzde şuna karar verdik: Bundan sonra üniversite giriş sınavlarında sorulacak soruları hazırlayan komisyonlarda akademisyenlerin yanı sıra, üniversiteden ilgili bilim dallarından hocaların yanı sıra bizim sınıfta bu işin tatbikatını yapan öğretmenlerimiz de görev alacaklar ve o soruların hazırlanma sürecine onlar da katkıda bulunacaklar. Böylece sınıfta yapılan derslerin üniversiteye giriş sınavlarında ne kadar önemli olduğunu öğrenci de görecek. O zaman dediğim gibi, bir de bu sınav süreçlerini ders yılı içinde TEOG benzeri sınavları-yazılıları da bu şekilde yapmaya başladığımız zaman lise düzeyinde de artık dershane takviyeli bir sınav sistemi kalmayacağı için o düzeyde de bu illüzyon dağılmış olacak, dağılıyor da zaten.”
“Anayasa Mahkemesi’nin dershanelerle ilgili iptal kararı”
“Şimdi önce öğretmen istihdamıyla ilgili kısmını cevaplandırmaya çalışayım. Bizim çıkardığımız yasada dershaneler dönüşeceği için bu dönüşüm sürecinde aslında biz dershanede çalışan eğitimcilerin çok da işsiz kalmayacaklarını, tam tersine dershaneler okula dönüştükleri zaman okullarda daha fazla eğitimciye, daha fazla öğretmene ihtiyaç olacağını öngörüyorduk. Yani dershanede 10 öğretmenle yaptığınız bir işi okulda yapamazsınız. Okul olduğunuz zaman her branş için ayrıca öğretmen filan, dolayısıyla biz bu dönüşüm sürecinin aynı zamanda atama bekleyen öğretmen adayları açısından da yeni bir kapı oluşturacağını varsaymıştık, öyle bir öngörüyle bunları da düşünmüştük. Ama buna rağmen dönüşmeyen, yani dönüşmemek mümkün mü? Evet, ben kapatıyorum, dönüşmüyorum diyebilirdi. Nitekim bizim bu dönüşüm sürecinde 400’e yakın dershane kendiliğinden kapattı, yani onlar herhangi bir okul türüne dönüşemeyeceğiz biz dediler ve kapattılar.
Dolayısıyla bu tür kapanan kurumlar nedeniyle boşta kalabilecek olan öğretmenlerimizden, dershane öğretmenlerinden şartları uygun olanlarını yine bir sınavla biz Milli Eğitim Bakanlığında biz değerlendirmeyi öngörmüştük, yasa bunu öngörüyordu. Nasıl yapacaktık bu işi? Bir; 6 yıl sigortalı çalışma koşulu vardı. Fakat bu 6 yılı biz kesintisiz yapmadık. Çünkü biliyorduk ki dershanelerde çalıştırılan öğretmenler maalesef büyük bir emek sömürüsüyle… Hepsi için söylemiyorum, şimdi dershaneler deyince gerçekten eğitimcilik yapan, gerçekten bu işte eğitimin ilkelerine uygun davranan büyük bir blok da var, onları tenzih ederek söylüyorum. Ama bir bölümünde 8 aylık sözleşmelerle öğretmenler istihdam ediliyor, kıdem tazminatı yükünden kurtulmak için yaz gelince bu öğretmenlerin, eğitmenlerin işlerine son veriliyor, sonra tekrar yeni dönem başlarken tekrar işe alınıyorlar.”
“KPSS uygulanmaya başlandıktan sonra KPSS sınavına girmemiş bir tek öğretmen bile atanmamıştır”
“Tam bir emek sömürüsü, kesintili-kesintili. Madem sektörde böyle bir uygulama var, bu insanlar da mağdur olmasınlar diye biz 6 yıllık sigortalı olmak koşulunu toplamda 6 yıl, yani yasanın çıktığı tarihte toplam kesintili de olsa, 3 ay buradan, 8 ay buradan, 10 ay buradan topladığınızda eğer 6 yıllık bir sigortalılık manzarası ortaya çıkıyorsa onların müracaat edebileceği bir yöntem oluşturmuştuk. Sonra bunları sınava alıp KPSS dışında sınava alıp Milli Eğitim Bakanlığı’nın uygun gördüğü yerlerde ve uygun gördüğü koşullarda istihdam etmeyi öngörmüştük. Bunun için de müracaatlar başlamıştı aslında, yani bu durumda olan öğretmen adayları, dershaneden geçecek öğretmen adayları Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilan ettiği takvim doğrultusunda müracaatlara başlamışlardı. Fakat Anayasa Mahkemesi bunu da iptal etti. Şimdi bunu iptal edince biz öğretmen alımını yıllardan beri, 98’den beri yanlış hatırlamıyorsam KPSS sınavlarına dayandırıyoruz. Bugünlerde bu paralel yapının bazı yayın organlarında KPSS’siz öğretmen atandığına dair yalan haberler de çıktı, bu vesileyle onu da bir kere daha vurgulayayım. KPSS sınavına girmemiş bir tek öğretmen bile atanmamıştır KPSS uygulanmaya başlandıktan sonra. Dolayısıyla bunun istisnası dershaneden gelecek olan öğretmenler olacaktı, bunu da ancak kanunla yapabilirsiniz. Yani bununla ilgili bir kanun olduğu takdirde. Aksi takdirde KPSS’ye giren ve öğretmen ataması için bekleyen insanlar başka bir kanunla atanmamış olanlarla haksız rekabete sürüklenmiş olurlar. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bu kanunu iptal ettiği zaman bizim artık bu öğretmenleri, dershaneden gelecek öğretmenleri atamak için elimizde yasal bir dayanak kalmadı.
Bu öğretmenler hangi kurumda çalışıyor idiyseler o kurumun dönüştüğü yeni kurumda vazife yapmaya devam edecekler.
Dönüşmemişse dönüşecek. Yani şu ana kadar dönüşmemişse de dershane olarak devam edecek bir kurum kalmadı artık.”
“Anayasa Mahkemesi iptal ettiği bir yasanın yerine yeni bir yasa ihdas edemez”
Anayasa hukuku diyor ki, anayasa uygulamaları ve anayasa hukuk tekniği ve bizim anayasa hocalarından, üniversitelerde bu işin dersini veren hocalarımızdan ve uygulamanın içinden gelen uzmanlardan aldığımız raporlar, bilgiler ve zaten bilinen ortadaki uygulamalar da şunu söylüyor: Anayasa Mahkemesi kendisini yasa koyucu yerine koyarak iptal ettiği bir yasanın yerine kendisi yeni bir yasa yazamaz, ihdas edemez. Şimdi bizim özel öğretim kurumları kanunu, bu kanun neyle ilgili? Devletin okulları, resmi okullar dışındaki özel eğitim kurumları, bunlar nedir? Özel okullar, kurslar, sürücü kursu, meslek edindirme kursu vesaire. Kurslar, etüt eğitim merkezleri, azınlık okulları, yabancı okullar filan diye sayar. Kanun özel eğitim kurumundan ne anladığını kanunun başında sayılır. Bunların içerisinde eskiden dershane vardı, o kalktı. O kalktığı için Anayasa Mahkemesi 15 Eylül’den itibaren bunlar kapanmış olacaklar maddesini iptal etse bile ki etti, yerine oraya kanuna şimdi ben tekrar buraya dershane diye yazıyorum diyemez. Nitekim şu anda kanuna bakarlarsa, internetten girsinler kanunun metnine baksınlar, orada bir boşluk vardır, o yok artık; okul var, özel okul var, kurslar var. Dolayısıyla burada yapılacak iki şey var. Bir; Meclis’te yeni bir yasa verilir. Bu kanunun iptal edilmesini isteyen milletvekillerine düşer bence bu esas olarak, CHP’li milletvekilleri vermişti. Onlar bir yasa teklifi verirler, derler ki özel öğretim kurumları kanununa dershane maddesi yeniden eklensin. Şuraya yazın ve dershaneyi de şöyle tanımlayın.
Yasal zemini o zaman kazanmış olur. Yoksa şu anda kanunda dershane diye tanımlanmış bir kurum yok.
İdare düzenleyici işlem yapmak zorunda. Anayasa Mahkemesi kararlarının sonuçlarından bir tanesi de; böyle bir durum olduğu zaman idare buradaki boşluğu düzenleyici işlemlerle giderebilir. Düzenleyici işlemle, yani yapacağı yönetmeliklerle bu konudaki boşluğu gidermenin yolunu arar, yine yasaya uygun olmak koşuluyla. Şimdi bizim bu konuda yaptığımız çalışma şu: Özel Öğretim Kurumları Kanununda bizim sayılmış türlerimiz var; okul, özel etüt eğitim merkezi, çeşitli kurslar. Dedik ki; bu çeşitli kursların içinde henüz dönüşmemiş olan dershanelerin de dönüşebileceği bir kurs türü tanımlayalım. Onunla ilgili olarak sektör temsilcileriyle görüştük.
Biz zaten bununla ilgili olarak müteaddit toplantılar yaptık sektör temsilcileriyle, buna uygun olarak yönetmelik taslağımızı hazırladık. Bugün yaptığımız toplantıda da bu yönetmelik taslağımızın son halini sektör temsilcileriyle tartıştık, onların nihai görüş ve önerilerini de aldık, çok da verimli bir toplantı oldu. Onlar da çok memnun ayrıldı, biz de çok memnunuz. Neticede hem sektörün taleplerini, hem çocuklarımızın geleceğini, velilerimizin beklentilerini karşılayacağını ümit ettiğimiz bir yönetmelik taslağını biçimlendirmiş olduk. Buna bugünkü toplantıda dile getirilen önerileri de ilave ederek bu hafta sonu çalışmalarımızı tamamlayıp önümüzdeki hafta içerisinde yönetmeliğimizi açıklayacağız.”
“2 milyon 600 bin öğrenci okullarda ücretsiz takviye kurslarından yararlandı”
“Takviye kursunun ne olduğunu bilmeyen vatandaşlar karıştırabilir. Okullarda verilen derslerden yeterince yararlanamadığını düşünen veliler, öğrenciler nerede bunu takviye edecekler, bu eksikliklerini nerede giderecekler? İşte bu kurslarda giderecekler. Yani eğer illa bu konuda bir destek arıyorlarsa biz bunun için aslında bir mekanizma geliştirdik daha önce.
Dershanelerde bugüne kadar ciddi bir başıbozukluk vardı, yani hangi dershane hangi programı uyguluyor, neye göre uyguluyor, bu belli değil idi. Şimdi bizim yaptığımız düzenlemeyle zaten bizim şoför eğitim kursunda da, kuaförlük meslek kursunda da uygulanacak eğitim programı talim terbiye kurulunun denetiminden geçer ve genel bir çerçeve program zaten vardır, her kursta nasıl bir program uygulanacağı çerçeve olarak belirlenmiştir. Onun için de siz bir kurs olarak ben ekstradan şunu da yapmak istiyorum, bunu da yapmak istiyorum dediğiniz zaman bu önerinizi verirsiniz, talim terbiye bunu değerlendirir, uygun görürse onu da koyarsınız. Şimdi burada da kursların hangi alanlarda, hangi bilim alanlarında, hangi branşlarda haftada kaç saat hangi nitelikteki eğiticiler tarafından nasıl fiziki ortamlarda verileceği ve buralarda hangi konuların müfredatla bağlantılı olarak okullarda okutulan müfredata destek olmak üzere hangi konuların nasıl okutulacağını biz belirlemiş olacağız. Talim Terbiye’den geçecek…
Şimdi bakın bu düzenlemenin içerisinde hangi öğrenci hangi kursa gidiyor, hangi sınıfta, bir defa sınıf sayıları falan da onlar da ayrıca belli bir düzene kavuşturulacak inşallah. Ayrıca, hangi öğrenci hangi sınıfta hangi öğretmenden haftada kaç saat destek alıyor. Bu aldığı desteği gerçekten kursun içinde yapılacak sınavlarla kanıtlıyor mu, okulla bağlantısı ne durumda; bütün bunlar e-yaygın diye yeni bir modül oluşturuyoruz, o modül üzerinden anlık takip edeceğiz. Güzel bir özdeyiş var; tilki 40 çeşit yol bilir, kirpi bir tane yol bilir ama sağlam bir yol bilir.
“Şimdi Anayasa Mahkemesi kararında, niye böyle bir karar verildi? Şunu da vurgulamamda fayda var: Anayasa Mahkemesi yaptığımız işlemi 4 kriter açısından değerlendiriyor dershanelerle ilgili olarak. Yani bir defa temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmuş mu, dokunulmamış mı, öyle bakıyor. Burada özüne dokunmadığımızı kabul ediyor. İkincisi, bu ancak kanunla sınırlandırılabilir diyor Anayasa. Kanuna uygun olarak yapmış mı, ona da evet diyor. Demokratik ilkelere aykırı bir şey yapmış mı? Hayır, ona da evet diyor. Bir tek ölçülülük, yani siz dershaneleri dönüştürürken okul dışı eğitim alma hakkını ölçülü bir biçimde dengelememişsiniz diyor.
Halbuki biz de iddia ediyoruz ki; bakın kurslarımız var, ayrıca özel okul açma hakkı vermişiz. Özel okul açmaya gücü yetmeyenler, en azından şu andaki imkanlar itibariyle özel okul kriterlerini karşılayamayacak olanlar için temel lise diye bir geçiş kurumu oluşturmuşuz. Bunlar hep okul dışı eğitim alma seçeneklerini çoğaltmak için yaptığımız düzenlemeler diye inanıyoruz ve yaptık bunları. Bu da yetmedi, ayrıca özel sektör açısından değil ama öğrencinin okul dışı, yani normal okul dersleri dışında destek alma ihtiyacını karşılamak üzere okullarımızda takviye kursları açtık biz geçen yıl. Ve 2 milyon 600 bin küsur öğrencimiz geçen yıl okullarımızda açtığımız ücretsiz takviye kurslarından yararlandılar. Bu, bu yıl da devam edecek. Yani hani dershaneye olan ihtiyaç falan meselesinde. Bir de, bizim okullarda kendi öğretmeninden yeterince istifade edememiş. Bir başka yine bizim öğretmenimiz ona hafta sonunda okulunda ücretsiz takviye dersi veriyor, bütün derslerde bu böyle. Dolayısıyla okul dışı saatlerde de öğrencinin destek alma olanaklarını genişlettiğimiz bir düzenleme yapmıştık, bunu da kamuoyu bilsin diye bir kere daha vurgulamakta fayda var.
Yani Anayasa Mahkemesi üyelerinin kişisel siyasi tercihlerinden dolayı ortaya çıkan bir karardır anlamında söylemiyorum, ama neticede bu tür konularda gerek yürütmenin verdiği kararlarda, gerek yasamanın verdiği kararlarda siyasi sonuçlar doğar, siyasi sonuçları itibarıyla, siyasi sonuçlar doğurmak kabiliyeti itibarıyla bu da siyasi bir karar olur. Ama bununla mahkeme bütün hukuki gerekçeleri, bütün hukuki kriterleri bir tarafa bıraktı ve sadece siyaseten bir karar verdi deme hakkını ben kendimde görmem.
Ama şunu yapması gerekirdi, mahkemeden şu da beklenir: Yani bu tür düzenlemeler eleştirilirken veya Anayasa Mahkemesi bakımından değerlendirilirken onun da hesaba katması gereken sosyal sonuçları da yeterince değerlendirmediğini…
Biz bu dershane düzenlemesini yaparken hangi sosyal soruna çözüm bulmak için bunu yapıyoruz? Bunu sadece okulların etrafında dönen bir mesele olarak değil, geniş toplumsal çerçeve, bir toplumsal sorunu çözmek üzere, bunun yol açtığı yan sorunları çözmek üzere geliştirdiğimiz bir modeldi bu. Bir bu tarafıyla tabi ki siyasi sonuçları olan bir şeydir, bir de genel atmosferden de ister istemez herkes etkileniyor.
Yani şunu: Anayasa Mahkemesi normal şartlarda böyle bir düzenleme veya böyle bir iptal kararı verirken, bununla ilgili olarak Meclisin nasıl bir yeni işlem tesis etmesi gerektiği konusunda da bir ışık verebilirdi. Çünkü geçmişteki uygulamalarda görüyoruz, Anayasa Mahkemesi diyelim bir kanunu iptal ederken orada bir boşluk doğacağını gördüğü zaman diyor ki, bu iptal kararı diyelim bir sene sonra yürürlüğe girer. Niye? Çünkü o bir sene içerisinde Meclis o konuda oturur Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçelerini de göz önüne alarak yeni bir kanun oluşturur veya hayır, Anayasa Mahkemesi yanıldı, ben o konuyu pekiştirerek şöyle yapıyorum der, Meclisin yetkisinde. Yani Anayasa Mahkemesi kendini Meclis’in yerine koyarak, yasamanın yerine koyarak böyle bir işlem yapmaz, yapmamalıdır ve sosyal sonuçlarını da hesaba katarak karar vermelidir. Bu sadece işin esası, özü itibarıyla değil, zamanlaması itibarıyla özellikle böyle.
Şimdi bu dava 1 Mart 2014 yılında açıldı, Kanun 1 Mart 2014’te çıktı, bir hafta sonra da CHP’li 124 milletvekili iptal davası açtı. Mart 2014, karar ne zaman verildi? Temmuz 2015; aradan 16 ay, 17 ay geçmiş.
Bir de üstelik geçen süre içerisinde yürütmeyi durdurma talebini de ret etmiş, yani iptal davası açan milletvekilleri aynı zamanda yürütmeyi durdurma talebinde de bulunmuşlar, mahkeme onu da ret etmişler. Ya o yürütmeyi durdurma kararını ret etmesi yanlış, ya bu yanlış. Eğer bu doğruysa, yürütmeyi niye o zaman durdurmadı?
Paralel yapıya karşı mücadele
“Elinde hukuki bir delil olmamakla birlikte, sizin yaptığınız düzenlemelere aykırı davranan veya onları engelleyen, onları sabote eden birtakım girişimler, ama delillendiremediğiniz birtakım girişimler olduğunu görürseniz tedbirini alırsınız, en azından yer değişikliği alırsınız, karar verme süreçlerinden uzaklaştırarak alırsınız, yöneticilikten alarak yaparsınız, dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nda da bu tür tasarruflar olur. Bunu illa paralel yapıyla irtibatlı olanlar üzerinden olduğunu da söylemek, sadece onlarla sınırlı da olmaz. Yani adam tembelliği sebebiyle de sizin işlerinizin aksamsına sebep oluyordur, beceriksizliği sebebiyle de yapıyordur veya kötü niyetiyle veya işte dediğiniz gibi bir grupla, bir örgütle, hiyerarşi dış bir otoriteyle bağlantısı sebebiyle de bunu yapıyordur. Bunu yasal olarak delillendiremeseniz bile…
(paralel yapının Milli Eğitim imamı, asker imamı, polis imamı gibi) Onları yakaladığımız zaman hemen gereğini yaparız.
Sadece idari bir soruşturma değil, aynı zamanda cezai bir soruşturmayla yürütülmüştür.
KPSS ve ÖSS sınavlarında soruların çalınması
“Onlarla ilgili savcılık soruşturmasını yaptıkça mahkemeye sevk ediyor zaten.
Şimdi şunun bilinmesinde fayda var yalnız: KPSS sınavı ÖSYM tarafından yapılıyor, ÖSYM’nin yaptığı sınavlar Milli Eğitim Bakanlığı’yla irtibatlı değil, yani ÖSYM özerk bir kurum, YÖK’e bağlı, ama özerk bir kurum. Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı sınavlar ayrı, bizim kendi yaptığımız sınavlar ayrı, ÖSYM’nin yaptığı, KPSS de dahil olmak üzere yaptığı sınavlar ayrı. Dolayısıyla, biz o sınav süreçlerindeki suiistimaller konusunda Milli Eğitim Bakanlığı olarak yapabileceğimiz bir şey yok, onlar ÖSYM yönetimi tarafından ve savcılıklarca yürütülüyor. Ama bu süreçlere müdahil olan, bu suçların işlenmesinde…
Hangi kurumda olursa olsun, yani bu sınavlarla hak etmediği birtakım makamlara, mevkilere gelen insanların hemen görevlerine son verilir.”
Paralel yapının dezenformasyon ve iftira haberleri
“Şimdi bu konuyu açmışken, KPSS’ye işte çocuklar girdiler, gençler girdiler, memur olacaklar, öğretmen olacaklar, çeşitli kurumlara müracaat edecekler, herkes KPSS sonuçlarıyla ilgili bir beklenti içerisinde. Bu havadan istifade paralel yapının bugünlerde köpürtmeye çalıştığı bazı dezenformasyon ve yalan haberler var. Bunun çok çarpıcı bir örneği var, eğer müsaade ederseniz onu kısaca özetleyeyim.
Şimdi bakınız, KPSS 1998’den itibaren bir sınav. Ondan önce değişik kamu kuruluşları kendilerine göre sınavlar yapıyorlardı, Milli Eğitim Bakanlığı da 98’den önce öğretmen alımını yine yasalara uygun olarak başka prosedürler üzerinden yapılıyordu.
Şimdi 1994 yılında bir öğretmen Balıkesir’de göreve başlamış 94 yılında. Yani ortada KPSS diye bir sınav yok, o gün cari olan öğretmen atama prosedürü, mevzuatı neyse ona uygun olarak bir öğretmen Balıkesir’de atanmış 94 yılında, 3 yıl çalışmış, yani asaleti tasdik edilmiş, 3 yılın sonunda kendi isteğiyle istifa etmiş. Sonra, 2012 yılının Ocak ayında tekrar öğretmenliğe dönek istemiş 2012 yılının Ocak ayında. Şimdi 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa göre herhangi bir memur, ister öğretmen olsun, ister maliyede çalışıyor olsun, nerede çalışıyorsa, asaleti tasdik edilmiş bir memur istifa ettiği takdirde iki defayı aşmamak şartıyla tekrar memuriyete dönebilir. Bu öğretmen de 94’te atanmış, 3 yıl sonra istifa etmiş, sonra 2012 yılının Ocak ayında da tekrar öğretmenliğe dönmeye müracaat etmiş, 657 Sayılı Kanun gereğince de öğretmenliğe atanmış.
Tarafa Gazetesi geçen sene 2014 Ocak’ında bunu haber yaptı. Haber şu: Milli Eğitim Bakanlığı KPSS’siz öğretmen atıyor, örnek bu.
Bir de, bununla ilgili olarak bir eğitim sendikası dava açmış belli bir mahkemede, o mahkeme de 94 yılında KPSS var mı, yok mu falan bunlara hiç bakmadan, evet, haklısınız, bu KPSS’siz atanmış diye hüküm tesis etmiş. Sonra Milli Eğitim Bakanlığı buna bir üst mahkemede itiraz etti, o ayrı, ama böyle bir mahkeme de bulmuşlar.
2014 yılı Ocak ayında da Taraf Gazetesi, Milli Eğitim Bakanlığı KPSS’siz öğretmen atadı diye haber yapmış. Bunu biz 2014 yılı Ocak ayında tekzip ettik, olayı anlattık, aynı size anlattığım gibi anlattık ve bunun ne kadar yalan, çarpık bir haber olduğunu tekzibimizde vurguladık.
Aradan bir sene geçti, şimdi tam da KPSS şeyleri, yine bu yapıyla bağlantılı Meydan Gazetesi’nin internet sitesinde aynı taraf gazetesinde bir yıl önce yayınlanmış olan bizim tekzip ettiğimiz bu haber kelimesi kelimesine, hatta muhabirin adı da yine Taraf Gazetesi muhabiri adıyla bunu internet sitesinde yayınlandı. Bu sefer yalnız başlığı değiştirmişler, Nabi Avcı KPSS’siz öğretmen atadı diye.
Altında da okuyucu yorumları, 10’a yakın belli KPSS’ye girmiş olan öğretmen adayı bunun doğruluğuna inandığı için oradan bize lanetler yağdırıyorlar, yani bizim emeğimizi gasp ediyorsunuz, şöyle yapıyorsunuz, böyle yapıyorsunuz.
Şimdi bunu niye anlatıyorum? 3 yıldan beri Milli Eğitim Bakanlığı’na, Milli Eğitim Bakanına, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığına, bütün genel müdürlerine, okul müdürlerine, öğretmenlerine yönelik çok sistematik bir kampanya var. Bulabildikleri zaman o güne ait işte bilmem neredeki okulun bacısı yıkıldı, eğitim çöktü türünden, ama bulamadıkları zaman şimdi örneğini verdiğim gibi geçmişte tekzip edilmiş yalan haberleri tekrar ısıtarak Milli Eğitim Bakanlığı’na yönelik günün duyarlılığını da gözeten bu tür sansasyonel dezenformasyon ve iftira haberleri yapılıyor.
Çocukların eline, deposunda daha sonra yaptığımız araştırma gördük, deposunda 15 ton kömür, 1,5 ton da tutuşturmak için odun olan bir okulu, Ağrı’daydı yanlış hatırlamıyorsam, bir okulun önüne elinde tezeklerle çocuk doldurup fotoğraflarını çekip…
Hatırlıyorsunuz değil mi? Tezekli eğitim diye haber yaptılar arkasını şununla doldurarak: Siz daha kendi okullarınızda doğru dürüst ısıtma yapamazken, Afrika’daki bilmem ne okullarına mı?..
Müsaade ederseniz, bir de şöyle bir yalanı bu vesileyle tespit edeyim.
Anayasa Mahkemesi’nde ben 8 Temmuz günü bu kapatma davasıyla ilgili bilgilendirme yaptım, 1,5 saat süren bir konuşma yazılı metne dayalı olarak. Bu dışarıya oradaki paralel yapı avukatları tarafından şöyle yalanlarla yansıtıldı: Efendim, Milli Eğitim Bakanı orada demiş ki, biz bu dershaneleri çok sevdiğimiz için kapatıyoruz.
Bir de Milli Eğitim Bakanı demiş ki, orada bana birtakım sorular sorulmuş, ben bu sorulara cevap vermek istemiyorum demişim. Bu tür yalanları da Anayasa Mahkemesi’nin salonundan bile servis yapabilecek dar fütursuzlar.”
Öğretmenlerin eş durumu atamaları
“Son 3 yıl içinde asgari şu kadar gün sigortalı olanlar eş durumundan yararlanabilir gibi bir düzenleme Başkanlıkta, o düzenleme Başkanlık tarafından uygun görülürse bugün, yarın zannediyorum…
Biz bütün atamalarımızı mümkün olduğu kadar ders yılı başlamadan önce yapmak istiyoruz.
Fakat mesela en basitinden bir örnek vereyim, bizim Milli Eğitim Bakanlığı olarak öğretmenlerimizin en çok evlendikleri kesim askerler, askerlerin içinde de eş durumundan en çok… Askerlerle biz çok iç içeyiz, dolayısıyla askerlerin de atama takvimi 30 Ağustos’a endeksli, şüra oluyor 30 Ağustos’ta, ondan sonra yer değiştirecekler olan askerlerin yerleri belli oluyor. Ve biz de asker eşleri de -çok büyük bir yekun teşkil ediyor onlar- mağdur olmasınlar diye onları bekliyoruz, yani önce askerler atansınlar, sonra bizim öğretmenlerimiz eş durumundan vesaire atama talebinde bulunsunlar veya biz atamaları o zamana erteleyelim ki mağduriyetler oluşmasın diyoruz. Bu tür şeyler nedeniyle maalesef istediğimiz halde, mesela bize kalsa biz Temmuz ayında bütün atamaları herkes yapsın bitsin, evini bilsin, okullar başlarken herkes yerine alışmış olarak girsin isteriz.
“TBMM 47 bin kadro ihdas etti, ama Maliye Bakanlığı’nın bu yıl kullanabilirsiniz dediği kadro 37 bin”
“Meclis kanunla kadro ihdas eder biliyorsunuz, önce kadrolar kanunla ihdas edilir ve sonra bakanlıklara dağıtılır. Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’na ihdas edilen, kurulan, yani Maliye Bakanlığı izin verdikten sonar kullanılabilecek potansiyel kadro 47 bindir, bu 47 bin kadro ihdas edilmiş kadrodur, ama her zaman bu ihdas edilen kadrolar fiilen gerçekleşenlerin üzerinde olur. Yani 50 bin kadro tahsis edilmiştir diyelim geçen sene, 40 bin atama yapılmıştır.
Bütçe dengeleri bakımından Maliye Bakanlığı bakar, Çalışma Bakanlığı’na ihdas edilmiş olan kadrolardan şu kadarını Çalışma Bakanlığı kullanabilir der. Yıllardan beri kamu için ihdas edilen kadroların en büyük payını biz alıyoruz, bunun içinden de fiilen serbest bırakılan en çok kadro yine bizde oluyor. Şimdi bu sene de oluyor, 47 bin büyük bir rakam ihdas edilen, ama bunun içinden Maliye Bakanlığı’nın bize bu yıl kullanabilirsiniz dediği, onayladığı, serbest bıraktığı kadro 37 bin.”
“Her pedagojik formasyon alan kendisini atanamamış öğretmen olarak tanımlıyor”
“Her pedagojik formasyon alan kendisini atanamamış öğretmen olarak tanımlıyor. Siz de eğer pedagojik formasyonunuz varsa mesela kendinizi şu son söylediğimiz bilişim teknolojileri veya medya okuryazarlığı dersinde atamamış bir öğretmen olarak tanımlayabilirsiniz, İletişim fakültesi mezunusunuz, bir de pedagojik formasyonunuz varsa rahatlıkla şunu diyorsunuz: Ben medya okuryazarlığı dersini okutabilecek evsafta bir öğretmenim, o ada yanlış aslında, öğretmen adayayım, ama atanmadım, bunu deme hakkını arkadaşlarımız görüyorlar, o anlaşılabilir bir şey.
Onun çaresi bu planlamayı bir an önce hayata geçirmek, ona başlandı zaten, şu anda eğitim fakültelerin birçok alanında ya kapatıldı kontenjanlar veya çok ihtiyaca göre yeniden rasyonel bir seviyeye çekildi, o da devam edecek zaten.
Ama verdiğiniz örnek de çok doğru, yani siyasal bilgiler fakülteler fakültesini, insanlar siyasal bilgiler veya ilgili alanı bitirmeden kaymakam olamıyorlar, ama her o alanı bitiren de atamayan kaymakam olmuyor, onun sınav şartları ayrı. Yani sadece onunla ilgili okulu bitirmiş olmak atanmaya hak kazanmak anlamına gelmiyor. İşte onun için KPSS sınavı yapılıyor, KPSS sınavında da belli bir puanın üzerinde alanlar atanmaya devam ediliyor.
Şimdi atamayı da şöyle yapıyoruz: Diyelim bizim 100 bin öğretmen açığımız var, hesap anlaşılsın diye yuvarlak rakam üzerinden söylüyorum, toplam bütün Türkiye genelinde 100 bin öğretmen açığımız var diyelim. Bunun ne kadarı mesela biyoloji öğretmeni? Diyelim ki 3 bin, 3 bin biyoloji öğretmeni alırsak hiç biyoloji öğretmenine ihtiyacımız kalmayacak diyelim. Ne kadar tarih? İşte 3 bin 800 tarihçi alırsak burada da kontenjan dolmuş oluyor, bir daha emekliler dışında yeni bir öğretmen alımı yapamayacağız demiştir.
Şimdi 3 bin biyoloji öğretmenine ihtiyacımız var 100 bin açığımızın içinde ne demek? İhtiyacımızın yüzde 3’ünü biyoloji öğretmenleri teşkil ediyor demek. 3800 tarihçiye ihtiyacımız var ne demek? İhtiyacımızın yüzde 3,8’ini tarihçiler oluşturuyor demektir. O zaman bize tahsis edilen kadro ne? 37 bin, biz 37 binin yüzde 3’ünü biyolojiye tahsis ediyoruz, yüzde 3,8’ini tarihini, işte rakamları atarak söylüyorum, yüzde 5’ini matematik öğretmenliğine. Yani burada hiçbir branş lehine veya aleyhine psikolojik bir şeyle karar verilmiyor, tamamen ihtiyaçlar ve onların branşlara göre adil dağılımı üzerinden bu. O yüzden arkadaşlarımızın işte matematiğe bu sene çok verdiniz, geçen sene şu kadar vermiştiniz, onu bu sene şuraya indirin de bize şu kadar verin gibi taleplerinin arkasında rasyonel bir hesap yok.
Milli Eğitim Bakanlığı bu hesaplamaları şu söylediğim mantık üzerinden yapıyor. Ondan sonra da, bunları belirledikten sonra, yani 37 binden ne kadarı biyolojiye düşüyor, ne kadarı tarihe düşüyor, ne kadarı matematiğe düşüyor, onları belirledikten sonra da şuna bakıyoruz: Elimizde şimdi ne kadar yeni matematik öğretmeni var? 2 bin yeni matematik öğretmeni var, bunları illere nasıl dağıtalım? O zaman illerdeki boşluk durumuna bakıyoruz. Diyelim ki Artvin’de 8 tane matematik öğretmenimize ihtiyacımız var, Yozgat’ta da 1 tane matematik öğretmenimize var. O zaman Yozgat’a vermiyoruz 1 taneyi, Artvin’i de 1’e indirecek şekilde 7 tanesini oraya gönderiyoruz. Yani iller arasındaki dengeleri sağlamak için, eşitliği sağlamak için her yerde olabildiğince aynı sayıda, aynı branşta öğretmenleri istihdam etmeye çalışıyoruz.
Bunun şöyle bir dezavantajı var: En çok açığımız geçmişe dayalı olarak Doğu’da ve Güneydoğu’da olduğu için, yeni atanan bütün genç öğretmenlerimizi maalesef en tecrübesiz oldukları bir zamanda, yeni işe başlarken buralara göndermek zorunda kalıyoruz. Bu bizi çok rahatsız ediyor, ama belli bir tecrübe sahibi olan öğretmenlerimizi de zorunlu olarak Doğu’ya, Güneydoğu’ya gönderemiyoruz, orada da yine mahkeme ve şeyler devreye giriyor. Yani biz istiyoruz ki her yerde dengeli bir biçimde, tecrübeli öğretmenlerimizle yeni başlayan öğretmenlerimiz dengeli bir şekilde dağılsınlar ki hem birbiriyle tecrübe paylaşımı bakımından birlikte olsunlar, hem de bütün illerde tecrübeli ve tecrübesiz öğretmen dağılımları dengeli olsun, ama bunu şu andaki mevzuat gereği yapamıyoruz.
Bakın küçük bir rotasyon düzenlemesi yapmaya kalktık, onunla ilgili bir süre yeni asıllı, asılsız şeyler çıktı. Şimdi onu da belki soruluyor diye hemen ekleyeyim mi?”
Öğretmelerin rotasyonu
“Şimdi rotasyon şu: Bizim büyük şehirlerimizde, Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, buralarda özellikle merkezi okullarda Çankaya’da, Gaziosmanpaşa’da, Antalya’nın en gözde semti diyelim Kemeraltı’nda okullarda 15 yılın üzerinde, 20 yıllık, 25 yıllık, 30 yıllık öğretmenlerimiz kümelenmiş vaziyetteler. Hizmet puanlarına bakarak oralar isteniyor, bu çok kıdemli öğretmenlerimiz de kendilerince haklı olarak kendilerince en mutena ilçelerdeki semtlerdeki okulları tercih ediyorlar, ama buralarda bir kemikleşme oluyor, oraya gelmek isteyen binlerce başka öğretmen var.
Şimdi rotasyon dediğimiz şey, bir ilden alıp bir başka ile göndermek, doğudan alıp batıya, batıdan doğuya, kuzeyden güneye filan değil, Aynı ilin içerisinde ilçe grupları oluşturmuşuz, yani Çankaya Yenimahalle, Bahçelievler filan gibi 3-4 ilçe. Diyoruz ki, sen Çankaya’daysan, 15 yılı da geçtiyse bulunduğun okuldaki hizmet süren, şu 3 ilçeden 40 tane okul tercih et, 40 tercih, 40 okuldan birine seni rotasyona tabi tutacağız diyoruz. Niye? Diğerlerinden buraya da gelebilenler olsun diye.
Şimdi bundan etkilenecek olan öğretmen sayımız 13 bin, bu 13 binin içinden büyük bir kitle bunu sürgün filan diye kamuoyunda bir köpürtme var. Ama buraya gelmek isteyen 60 bin öğretmen var, onların sesi çıkmıyor, onlar kendilerini yakıştıramıyorlar, onlar gitsin de biz oraya gelelim demeyi yakıştıramıyorlar ama, biz biliyoruz şeylerden, rakamlar önümüzde, en az 60 bin kişi oraya gelmek için sıra bekliyor. Dolayısıyla, öyle sürgün falan değil bu rotasyon meselesi, 15 yıl ve üzeri.
Bazı illerde, mesela bizim Ankara’da sınıf öğretmeni fazlamız var, Türkiye genelinde binlerce fazla sınıf öğretmenimiz var, yani derse giremiyor, oralar dolu. İşte Ankara’da mesela kitlenmiş dediğim o. Buna mukabil birçok ilde de hala sınıf öğretmeni açığımız var, şimdi bu yeni atama döneminde de sınıf öğretmeni alacağız. Elimizde bu kadar sınıf öğretmeni fazla, norm fazlası, ama onları o ilden alıp başka bir ile gönderemediğimiz için onları şimdi işte başka türlü değerlendirmeyi düşünüyoruz.”