nsanlık tarihinde ruh hastalıklarının tedavisi bazen insancıl yollarla, bazen de insanlık dışı yollarla yapılmıştır. Akıl hastalarının kafataslarına kötü ruhları dışarı çıkartmak için delikler delinmiş, kimisi de yakılmıştır. Zamanla bu tutum değişmiş akı nsanlık tarihinde ruh hastalıklarının tedavisi bazen insancıl yollarla, bazen de insanlık dışı yollarla yapılmıştır. Akıl hastalarının kafataslarına kötü ruhları dışarı çıkartmak için delikler delinmiş, kimisi de yakılmıştır. Zamanla bu tutum değişmiş akıl hastalığına karşı daha insancıl bir tutum söz konusu olmaya başlamıştır.
Psikoanalitik görüşe göre, kişiliğin gelişmesi ve davranışların oluşmasıyla determinizm (gerekircilik) arasında bir bağlantı vardır Doğada nedeni olmayan hiçbir sonuç yoktur. Aynı biçimde insan kişiliğindeki süreçler de kendiliğinden oluşmaz. Değişik nedenler değişik duygu, tutum davranış ve kişilik yapılarına yol açar. Kısaca insanın kişiliğinden kaynaklanan her davranışın bir nedeni vardır. Bu nedenin kökeni bebeklik, çocukluk, gençlik çağlarına dayanır. Bu görüş Freud ile başlamıştır.
Bazı davranışlarımızı kolaylıkla açıklarken bazılarını zorlukla açıklarız, hatta bazen hiç açıklayamayız. Freud insan davranışının nedenlerinin bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışı olmak üzere üç ayrı bölümden oluştuğunu ileri sürer.
Bilinç: Algı ve bilgilerin açık seçik izlendiği duygu, düşünce, tutum, heyecan ve davranışa ilişkin haberdarlığın bulunduğu süreç. Bu görüşe göre bilinç o anda yaşananları
içerir. Tüm dikkatini dersine vermiş öğrenci o anda ödevinin bilincindedir. Dersini bitirdiği an karnı açsa açlığı, uykusu gelmişse uykusuzluğu bilinçlenir. Düşünceler insanın aklından arka arkaya bir sel gibi akıp giderler: Bir anda ancak bir düşünce ya da algı bilinçlidir. Oysa bilinç altı derin bir depo gibidir.
Bilinçaltı: Gerçekliğe ilişkin sorunları çözmeye çalışmak gibi gelişmiş düşünce biçimlerinin yanı sıra düş kurma gibi ilkel süreçleri de içerir. Bilince yakın olan, hemen bilinçli olacak bilgiler, anılar ve düşüncelerden oluşur. Sürekli olarak bilinçle bağlantılıdır. Örneğin siz şu anda çevrenizde olan her şeyin bilincinde değilsiniz. Bunların sözü edilir edilmez bu uyarıların bir resmi, daha doğrusu anısı bilincinizde canlanacaktır. Bilinçaltı bilinçlenme olanağı olan anıların deposudur. Bilinçdışı, zorlansa bile bilinçlenmesi yasaklanmış yaşantıların tümünü içerir.
Bilinçdışı: Bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinç altını içerir. Bunlar istendiği anda. bilinç alanına çıkarılamaz. Konuşma, tutum ve davranıştaki çeşitli anlatım yollan ve simgelerle günlük davranışa yansırlar.
Freud’a göre, rüyalarda bilinç dışı istekler doyum bulur. Rüyanın oluşmasında bilinç dışında yatan bir içgüdü rol oynar. Freud’un görüşünün doğruluğu kişinin rüya görmesi engellendiğinde görülen bulgular gösterilerek savunulmuştur.
Bilinçdışı neden böylesine güçlü koruma altındadır? Çünkü ruhsal dünyanın düzeyinde ‘Freud’un id dediği yapı bulunur. Kendine özgü ‘düzeni, mantığı,’ davranış biçimiyle, yaşamının ilk dönemlerindeki tüm özellikleri koruyarak id bilinçdışında egemenliğini sürdürtür, Her ne kadar bilinçdışına karşı yığılan enerji akımı güçlüyse de bir kapıyla yine de bilince açılır.
Bu kurama göre insanın kişiliği biyolojik bir temele dayanmaktadır. Kişiliği oluşturan üç yapı yani id, ego, süperego sürekli etkileşim halindedir.
İd: Kalıtımsal olarak gelen içgüdüleri içeren ve doğuştan var olan psikolojik gizil güçlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. İd fazla enerji birikimine katlanamaz. Böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi giderebilmek için id biriken enerjiyi boşaltma eğilimi gösterir. Buna id’in haz ilkesi denir.
Ego: Doğuşta var olan ve zamanla gelişen ego insanın biyolojik yapısına ters olan ya da gerçeklere uygun düşmeyen eylemleri bilinçaltına bastırır. Ego, kişiliğin gerçekçi yürütme organıdır. Gücünü id’den alır. Egonun görevi kendi içinde ve dışında uyum sağlamaktır.
Ego aynı zamanda id, süper ego ve dış dünya da çatışma halinde olan istekler arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür.
Süper ego: Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi olan süper ego toplum yasalarını kapsar. Doğuşta var olmayan ancak gelişmeyle beliren süper ego içimizdeki yargıçtır.
Süper egonun başlıca işlevleri;
1. id’den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve yönlendirmek. Bunlar özellikle açıklanması toplumun hoş karşılamadığı nitelikte cinsel ve saldırgan dürtülerdir.
2. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine törelerin amaçlarına yönlendirmeye ikna etmek.
3. Kusursuz olmaya çabalamaktır.
İd kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ye süper ego toplumsal bölümlerini oluşturur. Böylece kişilik, bir bütün olarak işler.
Freud’a göre doğuştan var olan genel içgüdüler gelişmeyle ayrışır. İçgüdülerin yaşamın ilk beş, altı yılına kadar gelişmesi söz konusu olduğundan, psikanalitik görüş kişiliğin temelinin çocuklukta yattığını savunur.
Çocuk dünyaya geldiği anda libidonun (doğuştan gelen, yaşam için gerekli olan cinsel içgüdü) gücüyle davranışta bulunmaya başlar. Tüm bedeni libidoya doyum sağlayabilecek niteliktedir. Bu ilkel doyum, bir çok dönem geçirerek toplumsal bir nitelik kazanır. Libidonun gelişme dönemlerine “Psiko-seksüel gelişme” denir. Her dönem bir öncekinden etkilenir ve bir sonraki dönemi etkiler.