Cumhuriyetin ilk yıllarında Fransa ile yaşanan sorunlar? Devamı yazımızda…
Cumhuriyet döneminde birçok başarıya ve yeniliğe imza atılmıştır. Hiç şüphe yok ki bunlardan en önemlisi işgal altındaki vatan topraklarının, elde edilebildiği kadarını düşmandan kurtarmaktır. Bozkurt- Lotus davası ise tarihin tozlu sayfalarında kalmasına rağmen, o dönemin en mühim uluslararası başarılarından birisidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Fransa ile yaşanan sorunlar? Devamı yazımızda…
Cumhuriyetin İlk Yıllarıydı
1926 yılının yaz ayları, Cumhuriyet ilan edileli 3 yıl olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti daha çok gençti. Henüz Latin harfleri kabul edilmemiş, soyadı kanunu yürürlüğe girmemişti. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı; İsmet İnönü ise Başbakandı. İşte Lotus Faciasının cereyan ettiği yılların tasviri kısaca böyleydi.
Talihsiz Bir Kaza
Bozkurt, eski bir Rus donanması gemisinin teçhizatı çıkarılarak ticari hale getirilmiş bir gemiydi. Akdeniz limanlarıyla İstanbul arasında taşımacılık yapıyordu. 2 Ağustos 1926 gecesi zifiri karanlıkta görülemeyen Fransız Lotus gemisi gümbürtüyle Bozkurt’a çarptı. Lotus derin bir yara almadan kazayı atlatmıştı ve su üzerinde duruyordu. Bozkurt ise kısa sürede suların dibini boylamıştı. Bu kaza sonucunda 8 Türk mürettebat hayatını kaybetti. Peki Lotus’a ne olacaktı?
Türk- Fransız Gerginliği
Kaza sonucunda Türk ve Fransız kaptanlar tutuklanarak soruşturma için Sultanahmet Cezaevine konuluyor. Fransa bu duruma sert bir şekilde itiraz ediyor. Türkiye’nin bir Fransız vatandaşını tutuklama hakkına sahip olmadığı ileri sürülüyor. Fransa, uluslararası sularda yaşanan bu olayda kendi vatandaşını kendisinin yargılayabileceğini savunuyor. Hatta daha ileri giderek Türkiye’nin Lozan’a aykırı davrandığı bile söyleniyor.
Olaya Birleşmiş Milletler Müdahalesi
Sürüp giden bu gerginlik sonucunda olay uluslararası bir kriz boyutunu almadan, Birleşmiş Milletler’in (o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti) yargı organı olan Lahey Adalet Divanı’na (o zamanki ismi Uluslararası Adalet Divanı idi) taşınıyor. İki ülkeden hangisinin haklı olduğuna bu divan karar verecektir.
Avukat Mahmut Esat
Mahmut Esat o dönemlerde Adalet Bakanı idi. Lahey Adalet Divanı’nda Türkiye’yi temsil ve savunmak amacıyla kendisinin bizzat gitmesi önerildi. Kendisi Darülfünun’da hukuk eğitimi almıştı ve TBMM’nin ilk yıllarından beridir milletvekilliği yapmaktaydı.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal de bu uluslararası olayla yakından ilgileniyordu. Mahmut Esat Bey ile bizzat görüşmelerde bulundu. Mahmut Esat sonraki yıllarda yazacağı hatıratında bu görüşmeyi şu şekilde anlatacaktır:
‘Birgün Atütürk beni nezdlerine çağırdılar. Meseleyi bir daha izah etmemi istediler. Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım:
-Paşam, Lahey Adalet Divanı’na gidelim. Kimin haklı olduğu orada meydana çıksın. Ben hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürmek cesaretini verecektir. Halbuki Lahey Divanı’na gidersek, milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil bilakis büyük şereftir.
Bu sözler üzerine Atatürk bana:
-Güle güle git. Kazanacaksın. Kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır, dedi’.
Gereği Düşünüldü!
Lahey Adalet Divanı’nda süren uzun tartışmalar ve her iki ülkenin de savunmalarının ardından oylamalara geçildi. Üyelerin oyları iki ülke için de eşitti. Fakat divan başkanının oyu 2 sayıldığı için Türkiye Lahey’den zaferle ayrılıyordu. Mahmut Esat ise ilk defa uluslararası bir zeminde Türkiye’yi savunan ve başarıya ulaşan ilk Adalet Bakanı unvanına sahip oluyordu.
Bu olaydan yıllar sonra soyadı kanunu çıktığında, Mahmut Esat Bey’e bu mevzudaki başarıları münasebetiyle bizzat Atatürk tarafından Bozkurt soyadı tevdi edildi.